Koray
New member
“Salih Müminler kimdir?”—bir hikâye paylaşmak isteyen bir forumdaşın sıcak girişi
Selam dostlar, bugün sizlerle sadece bir tanım değil, bir hikâye paylaşmak istiyorum.
Belki de hepimizin içinde bir parça bulunduğu o insanların hikâyesi…
Konumuz: Salih Müminler kimdir?
Ama kuru bir anlatım değil bu; bir köyün, bir şehrin, bir insanın iç dünyasında yankılanan, kimi zaman gözyaşıyla, kimi zaman umutla örülmüş bir hikâye.
Çünkü salih mümin olmak, sadece “iyi insan” demek değildir.
Bu, bazen sessiz bir fedakârlık, bazen içten gelen bir sabır, bazen de kalabalığın ortasında yalnızca vicdanın sesini dinleyebilme cesaretidir.
Köyün sabahı: İki farklı yürek, tek arayış
Sabah ezanı yeni bitmişti. Gökyüzüyle toprak arasında ince bir sis tabakası vardı.
Köyün imamı Mustafa, her zamanki gibi caminin avlusunda oturmuş, eski bir deftere notlar alıyordu.
Yıllardır köyde herkes ona danışırdı—çünkü o sadece imam değil, bir düşünürdü.
Köyün gençlerinden Zeynep ise annesiyle birlikte tandır başındaydı.
O gün, elindeki hamuru yoğururken içinden geçirdiği bir soru vardı:
“Salih mümin olmak ne demek anne? İnsan dua eder, iyilik yapar, ama hangisi gerçekten Allah’ın razı olacağı yoldur?”
Annesi tebessüm etti: “Kızım, salih mümin dediğin; eline, diline, gönlüne dikkat eden insandır. Ama bunu gösteriş için değil, Allah rızası için yapar.”
O an Zeynep’in gözleri bir anlığına uzaklara daldı. Çünkü köyün öte yakasında, yıllardır küs olduğu biri vardı—komşusu Hasan.
Belki salih mümin olmak, o kırgınlık duvarını aşmakla başlıyordu.
Hasan’ın aklı: Stratejik ama kırık bir kalp
Hasan genç yaşta babasını kaybetmiş, köyde geçimini küçük bir marangoz dükkânıyla sağlıyordu.
Zeki, planlı, çözüm odaklı bir adamdı.
İşiyle gurur duyar, kimseye muhtaç olmamaya özen gösterirdi.
Ama içten içe yalnızdı.
Bir zamanlar Zeynep’le nişanlıydılar. Küçük bir yanlış anlaşılma, büyük bir gurur meselesine dönüşmüş, iki aile arasında duvarlar örülmüştü.
Hasan’ın gözünde “salih mümin” demek, dürüst, sözüne güvenilir, stratejik düşünebilen insandı.
İnancı duygudan çok, sorumlulukla yoğrulmuştu.
Namazını vaktiyle kılar, kazancının zekâtını eksiksiz verirdi ama kalbinde hâlâ affedemediği bir sızı vardı.
Bir yandan Allah’a inanır, bir yandan “Ama neden ben?” sorusuyla savaşırdı.
Zeynep’in kalbi: Merhametle yumuşayan iman
Zeynep için “salih mümin” olmak, insanı anlamak demekti.
O, duayı sadece ellerini açarak değil, bir komşusuna yemek vererek, bir yetimin başını okşayarak ederdi.
İmanı gözyaşıyla, şefkatle yoğrulmuştu.
Bir gün köy meydanında bir haber duydu: Hasan’ın dükkânı yanmış, her şeyi kül olmuştu.
İlk başta tereddüt etti, “Gitsem mi, gitmesem mi?” diye düşündü.
Sonra kalbi baskın çıktı.
Bir tencere çorba hazırladı, sessizce dükkânın önüne bıraktı.
Hiç konuşmadan, sadece göz göze geldiler.
O an, yıllardır aralarında duran buz yavaşça çözülmeye başladı.
Bir köyün aynası: Erkek aklı, kadın kalbi
O gece, Mustafa imamın sohbetinde konu “salih müminler”e geldi.
Köylülerden biri sordu: “Hocam, salih mümin kimdir? İyi insan mıdır, yoksa iman sahibi mi?”
Mustafa hafifçe gülümsedi: “İman, kalptedir ama salih amel davranışla belli olur.
Erkek, stratejiyle doğruyu bulur; kadın, kalbiyle güzelliği hisseder.
Salih mümin, bu ikisini birleştirebilen insandır.
Ne sadece akılla, ne sadece duyguyla… İkisiyle birlikte yaşar imanı.”
Hasan o sözleri duyduğunda, başını eğdi.
Kendine itiraf etti: “Ben imanımı aklımla savundum, ama kalbimle yaşayamadım.”
Zeynep ise gözleri dolu dolu fısıldadı: “Belki de affetmek, salihliğin en güzel hali.”
Yeniden doğuş: Affetmenin ışığında
Birkaç hafta sonra köyde büyük bir sel oldu.
Birçok ev zarar gördü, ama Hasan’ın marangozluğu işe yaradı; günlerce kimseyi ayırmadan, herkesin kapısını onardı.
Zeynep de kadınlarla birlikte sıcak yemek dağıttı.
İlk kez aynı sofrada oturdular.
Sessiz ama derin bir barış vardı aralarında.
Bir gece, caminin avlusunda karşılaştılar.
Hasan utangaç bir sesle sordu:
“Zeynep, sence salih mümin kimdir?”
Zeynep gülümsedi: “Bence salih mümin, affedebilen insandır. Çünkü Allah da affedeni sever.”
O an Hasan’ın gözleri doldu.
Elini kalbine koydu, sessizce mırıldandı:
“Ben de artık salih bir mümin olmak istiyorum… sadece inanmakla değil, sevmekle.”
Hikâyenin özü: Salih müminlik sadece ibadet değil, yaşama biçimidir
Köyde o günden sonra herkesin dilinde o söz vardı:
“Salih mümin, sadece secdede değil, sokakta da belli olur.”
Hasan’ın dükkânı yeniden açıldı, Zeynep’in kalbi yeniden umutla doldu.
Ve köyde kimse kimseye yüksek sesle konuşmaz oldu.
Çünkü hepsi anlamıştı: Salih müminlik; hakkı gözetmek, kalbi yumuşatmak, insanı insan yapan merhameti diri tutmak demektir.
Mustafa imam son sohbetinde şöyle dedi:
“Salih müminler, Allah’a yakın olmanın iki kanadıdır: biri akıl, biri gönül.
Sadece biriyle uçulmaz.
Bir tarafın kanadı kırık kalırsa, insan inancı dahi yorgunlaşır.”
Forumun kalbine dokunan sorular
1. Sizce salih müminlik daha çok imanın derinliğiyle mi, insan ilişkilerindeki tavırla mı ölçülür?
2. Erkeklerin çözüm arayışıyla kadınların empatisi birleştiğinde, inanç daha mı bütün hale gelir?
3. Affetmek mi daha zordur, sabretmek mi?
4. Günümüz dünyasında “salih mümin” olmanın en büyük engeli nedir: hız, öfke, yoksa unutmak mı?
5. Siz hiç “salih bir mümin”e rastladınız mı; sessiz ama derinden sizi etkileyen birine?
Kapanış: Herkesin içinde bir salih vardır
Hikâyenin sonunda Hasan da Zeynep de bir şeyi anlamıştı:
Salih mümin olmak, mükemmel olmak değil, yanlışlarını görüp doğruyu seçmektir.
Kırılmışken onarmak, sevilmemişken sevmek, unutulmuşken hatırlamaktır.
Çünkü salih müminlik; kural değil, kalp terbiyesidir.
Dostlar, belki hepimiz birer Hasan’ız, birer Zeynep’iz…
Bir yanımız hesap yapıyor, bir yanımız affetmek istiyor.
Ama günün sonunda Allah, sadece şunu soracak:
“Kalbini temiz tuttun mu?”
Siz ne dersiniz forumdaşlar, kendi içinizdeki “salih mümin” hangi yanınızda gizli: aklınızda mı, kalbinizde mi?
Hadi konuşalım, çünkü belki bu başlıkta hepimizin bir parçası buluşacak.
Selam dostlar, bugün sizlerle sadece bir tanım değil, bir hikâye paylaşmak istiyorum.
Belki de hepimizin içinde bir parça bulunduğu o insanların hikâyesi…
Konumuz: Salih Müminler kimdir?
Ama kuru bir anlatım değil bu; bir köyün, bir şehrin, bir insanın iç dünyasında yankılanan, kimi zaman gözyaşıyla, kimi zaman umutla örülmüş bir hikâye.
Çünkü salih mümin olmak, sadece “iyi insan” demek değildir.
Bu, bazen sessiz bir fedakârlık, bazen içten gelen bir sabır, bazen de kalabalığın ortasında yalnızca vicdanın sesini dinleyebilme cesaretidir.
Köyün sabahı: İki farklı yürek, tek arayış
Sabah ezanı yeni bitmişti. Gökyüzüyle toprak arasında ince bir sis tabakası vardı.
Köyün imamı Mustafa, her zamanki gibi caminin avlusunda oturmuş, eski bir deftere notlar alıyordu.
Yıllardır köyde herkes ona danışırdı—çünkü o sadece imam değil, bir düşünürdü.
Köyün gençlerinden Zeynep ise annesiyle birlikte tandır başındaydı.
O gün, elindeki hamuru yoğururken içinden geçirdiği bir soru vardı:
“Salih mümin olmak ne demek anne? İnsan dua eder, iyilik yapar, ama hangisi gerçekten Allah’ın razı olacağı yoldur?”
Annesi tebessüm etti: “Kızım, salih mümin dediğin; eline, diline, gönlüne dikkat eden insandır. Ama bunu gösteriş için değil, Allah rızası için yapar.”
O an Zeynep’in gözleri bir anlığına uzaklara daldı. Çünkü köyün öte yakasında, yıllardır küs olduğu biri vardı—komşusu Hasan.
Belki salih mümin olmak, o kırgınlık duvarını aşmakla başlıyordu.
Hasan’ın aklı: Stratejik ama kırık bir kalp
Hasan genç yaşta babasını kaybetmiş, köyde geçimini küçük bir marangoz dükkânıyla sağlıyordu.
Zeki, planlı, çözüm odaklı bir adamdı.
İşiyle gurur duyar, kimseye muhtaç olmamaya özen gösterirdi.
Ama içten içe yalnızdı.
Bir zamanlar Zeynep’le nişanlıydılar. Küçük bir yanlış anlaşılma, büyük bir gurur meselesine dönüşmüş, iki aile arasında duvarlar örülmüştü.
Hasan’ın gözünde “salih mümin” demek, dürüst, sözüne güvenilir, stratejik düşünebilen insandı.
İnancı duygudan çok, sorumlulukla yoğrulmuştu.
Namazını vaktiyle kılar, kazancının zekâtını eksiksiz verirdi ama kalbinde hâlâ affedemediği bir sızı vardı.
Bir yandan Allah’a inanır, bir yandan “Ama neden ben?” sorusuyla savaşırdı.
Zeynep’in kalbi: Merhametle yumuşayan iman
Zeynep için “salih mümin” olmak, insanı anlamak demekti.
O, duayı sadece ellerini açarak değil, bir komşusuna yemek vererek, bir yetimin başını okşayarak ederdi.
İmanı gözyaşıyla, şefkatle yoğrulmuştu.
Bir gün köy meydanında bir haber duydu: Hasan’ın dükkânı yanmış, her şeyi kül olmuştu.
İlk başta tereddüt etti, “Gitsem mi, gitmesem mi?” diye düşündü.
Sonra kalbi baskın çıktı.
Bir tencere çorba hazırladı, sessizce dükkânın önüne bıraktı.
Hiç konuşmadan, sadece göz göze geldiler.
O an, yıllardır aralarında duran buz yavaşça çözülmeye başladı.
Bir köyün aynası: Erkek aklı, kadın kalbi
O gece, Mustafa imamın sohbetinde konu “salih müminler”e geldi.
Köylülerden biri sordu: “Hocam, salih mümin kimdir? İyi insan mıdır, yoksa iman sahibi mi?”
Mustafa hafifçe gülümsedi: “İman, kalptedir ama salih amel davranışla belli olur.
Erkek, stratejiyle doğruyu bulur; kadın, kalbiyle güzelliği hisseder.
Salih mümin, bu ikisini birleştirebilen insandır.
Ne sadece akılla, ne sadece duyguyla… İkisiyle birlikte yaşar imanı.”
Hasan o sözleri duyduğunda, başını eğdi.
Kendine itiraf etti: “Ben imanımı aklımla savundum, ama kalbimle yaşayamadım.”
Zeynep ise gözleri dolu dolu fısıldadı: “Belki de affetmek, salihliğin en güzel hali.”
Yeniden doğuş: Affetmenin ışığında
Birkaç hafta sonra köyde büyük bir sel oldu.
Birçok ev zarar gördü, ama Hasan’ın marangozluğu işe yaradı; günlerce kimseyi ayırmadan, herkesin kapısını onardı.
Zeynep de kadınlarla birlikte sıcak yemek dağıttı.
İlk kez aynı sofrada oturdular.
Sessiz ama derin bir barış vardı aralarında.
Bir gece, caminin avlusunda karşılaştılar.
Hasan utangaç bir sesle sordu:
“Zeynep, sence salih mümin kimdir?”
Zeynep gülümsedi: “Bence salih mümin, affedebilen insandır. Çünkü Allah da affedeni sever.”
O an Hasan’ın gözleri doldu.
Elini kalbine koydu, sessizce mırıldandı:
“Ben de artık salih bir mümin olmak istiyorum… sadece inanmakla değil, sevmekle.”
Hikâyenin özü: Salih müminlik sadece ibadet değil, yaşama biçimidir
Köyde o günden sonra herkesin dilinde o söz vardı:
“Salih mümin, sadece secdede değil, sokakta da belli olur.”
Hasan’ın dükkânı yeniden açıldı, Zeynep’in kalbi yeniden umutla doldu.
Ve köyde kimse kimseye yüksek sesle konuşmaz oldu.
Çünkü hepsi anlamıştı: Salih müminlik; hakkı gözetmek, kalbi yumuşatmak, insanı insan yapan merhameti diri tutmak demektir.
Mustafa imam son sohbetinde şöyle dedi:
“Salih müminler, Allah’a yakın olmanın iki kanadıdır: biri akıl, biri gönül.
Sadece biriyle uçulmaz.
Bir tarafın kanadı kırık kalırsa, insan inancı dahi yorgunlaşır.”
Forumun kalbine dokunan sorular
1. Sizce salih müminlik daha çok imanın derinliğiyle mi, insan ilişkilerindeki tavırla mı ölçülür?
2. Erkeklerin çözüm arayışıyla kadınların empatisi birleştiğinde, inanç daha mı bütün hale gelir?
3. Affetmek mi daha zordur, sabretmek mi?
4. Günümüz dünyasında “salih mümin” olmanın en büyük engeli nedir: hız, öfke, yoksa unutmak mı?
5. Siz hiç “salih bir mümin”e rastladınız mı; sessiz ama derinden sizi etkileyen birine?
Kapanış: Herkesin içinde bir salih vardır
Hikâyenin sonunda Hasan da Zeynep de bir şeyi anlamıştı:
Salih mümin olmak, mükemmel olmak değil, yanlışlarını görüp doğruyu seçmektir.
Kırılmışken onarmak, sevilmemişken sevmek, unutulmuşken hatırlamaktır.
Çünkü salih müminlik; kural değil, kalp terbiyesidir.
Dostlar, belki hepimiz birer Hasan’ız, birer Zeynep’iz…
Bir yanımız hesap yapıyor, bir yanımız affetmek istiyor.
Ama günün sonunda Allah, sadece şunu soracak:
“Kalbini temiz tuttun mu?”
Siz ne dersiniz forumdaşlar, kendi içinizdeki “salih mümin” hangi yanınızda gizli: aklınızda mı, kalbinizde mi?
Hadi konuşalım, çünkü belki bu başlıkta hepimizin bir parçası buluşacak.